1 Ağustos 2009 Cumartesi

şey

çay bilirsiniz ki sıcak olur. ağustosun ilk günü de sıcaktır. hafta sonu öğleye doğru uyanılırsa iyi olur. hemmencecik çay konulsa sezadır. darmadağınık odaya güneş vurur da vurur. yavrum benim nasıl ısıtır. kendini sıcağın kollarına bırakmazsan yanarsın. bile isteye yanmakta ferahlık vardır. kalkar kalkmaz karnımızı yeterince doldurmalıyız. kahvaltı günün en önemli öğünü değil midir? sorarım size değil midir? şaka bir tarafa öyle uzun boylu bir kahvaltı yapmak niyetinde değiliz. zira bu bir başına girişilebilecek bir iş değildir. hem uzun sürer hem tadı da olmaz. konumuz çay çünkü söylemiştik. öğleye doğru uyanıp bir şeyler yiyen insana muhakkak ağırlık çöker. çöker... çöker... çöker... ama çay içene yılan bile dokanmaz. zihne küşayiş arayan bulacaktır. bedene zindegi arayan bulacaktır. boşluk tasallutuna meydan vermeden ruhunu devindirmek isteyen ihtiyac duyduğu eylemi onda bulacaktır. çay içen kişi ne yapıyorsun diye biri soracak olsa "hiç, oturuyorum" demez belki oturuyorum, çay içiyorum der. bu da işin başında olduğuna delalet eder. şöyle ki; büyük fincan/bardak hesabıyle kişiye göre üç, dört, beş bardaktan sonra bir doygunluk hissi gelir. o vakit sınırı zorlamak ve aşmak icab eder. sınırı aşınca level atlanır, çayın sarhoşluk boyutuna geçilir. çayın sarhoşluğu lotus çiçeği mesabesinde bir kıymet, nirvana'nın, aşağıda, bütün çay bahçelerini; çiçekli kimonoları içinde ellerinde çay tepsileri taşıyan kızları seyreden manzarası katında bir ruh yücelmesidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder